5.6.09

Turkey rocks, man!..

 
NBA finallerinin ilk maçında Orlando Magic, Los Angeles Lakers karşısında ilk çeyrek hariç pek bir varlık gösteremeyerek rakibine 100-75'lik skorla mağlup oldu. O nedenle Hidayet'in bu maçtaki vasat performansı (13 sayı, 4 ribaund, 2 asist ve 4 top kaybı) çok da eleştirilmemeli; zira takımda vasatın üzerinde tek bir oyuncu yoktu. Örneğin, Cleveland serisindeki o meşhur maçtaki performansı ile göklere çıkarılan Dwight Howard'ın bu maçta saha içinden bulabildiği sadece bir (1) basket vardı. 

Hidayet ile ilgili Yahoo'nun NBA Blog'unda dün güzel bir yazıya denk geldim. Buraya alıntı yapmaktansa linki vereyim; doya doya okuyun. "İlgili yazı" Çok fazla milliyetçi olmasam da yine de bir Türk oyuncu hakkında böyle yazılara denk gelmek nereden bakılırsa bakılsın beni mutlu ediyor. En azından Türk basketbolunun tanınması ve saygınlık edinmesi açısından hayli yararlı şeyler bunlar.

 

İlgili yazının altındaki yorumlardan biri ise oldukça komikti açıkçası; okuduğumda gülmekten kendimi alamadım. Şöyle ki; "Turkey rocks. There's a province called Batman in Turkey". Yorum dediğin böyle olur efendi!...

4.6.09

Lise oyuncularına uygulanan kısıt kaldırılmalı mı?

 
NBA'in malum bir politikası söz konusu. "19 artı 1" olarak ifade de edilebilecek olan bu politika uyarınca NBA'de bir oyuncunun forma giyebilmesi için en az 19 yaşında olması ve liseden mezun olduktan sonraki 1 senesini NCAA'de ya da dünyanın diğer bir ülkesinde basketbol oynayarak geçirmesi gerekmekte. Böyle bir kuralın varlığı NBA'e giderek daha fazla lise mezunu oyuncunun direkt draft edilmesiyle alakalı. Daha yeterli fiziksel ve mental gelişimini tamamlamamış genç oyuncuların para ve şöhret amacıyla NBA'de yer almasına sıcak bakmıyorlar. Bir nebze doğru bir şey; zira menajerlerin ve daha çok fakir aile bireylerinin de baskısıyla bir an önce NBA'de yer alarak finansal rahatlığa kavuşmayı arzulayan pek çok oyuncu var. Gerekli olgunluğa ulaşmayanlar için bu ani yükseliş pek çok yan etkiyi de içinde barındırıyor ve kariyerlerinin belki de gereğinden çok daha kısa sürmesine neden oluyor. NBA bir makina gibi yetenekleri öğütüyor ve bu düzene tam hazır olmayanlar da unutulup gidiyor.

Fakat NBA'in bu politikasını mantıklı bulmayanlar ya da arzu edildiği neticeyi elde edemediğinden yakınanlar da yok değil. Örneğin, ABD Kongresi üyelerinden Steve Cohen gibi... Yukarıda ekran görüntüsünü de koyduğum bir mektup yazmış kendisi. Adresi ise NBA Komisyoneri David Stern. Kısaca özetlemek gerekirse "19 artı 1" kuralının işe yaramadığından ve daha da kötüsü insanlar arasındaki fırsat eşitliğine mani olduğundan dem vurmuş kendisi. Savını desteklemek için de internette yer alan bazı yazılara atıfta bulunmuş. Ayrıca Amerika'da yer alan diğer liglerde (MLB, NHL, NASCAR, MLS vs.) böyle bir kural olmadığını hatta Avrupa'da profesyonel liglerde gerekirse 14 yaşındaki oyuncuların bile takımların formasını giyebildiklerini belirtmiş. Ve tabi şu an NBA'in kalbürüstü sayılacak oyuncuları olan Kobe Bryant, LeBron James, Kevin Garnett, Dwight Howard'ında liseden mezun olur olmaz NBA'e adım attığını ve performanslarının da ortada olduğunu ifade etmiş. Bu arada mektubun tam metnine ilgili adresten ulaşabilirsiniz.

Bu istek NBA yönetiminde yankı bulur mu bilemiyorum ama bazı noktalarda da doğruluk payı yok değil. Bu husus biraz ortada bir durum açıkçası; iyi ve kötü örnekler var çünkü. Ben de çok kesin bir fikre varamıyorum.

Kobe: Finallerin yalnız adamı

 
Kobe Bryant'ın sevdiğim oyunculardan biri olduğu bir kaç kez burada dile getirmiştim. Bilhassa son senelerde Kobe ve LeBron'un kıyaslandığı muhabbetlere ya da yazılara denk geldiğimde her zaman Kobe'yi tercih edeceğimi belirtmiştim. Elbette LeBron'un basketbol yeteneklerini göz ardı edemem; Allah çarpar zira... Ama benim Kobe'nin tarafında olmaya ve ona sempati duymaya iten nedenlerin başında 13 yıllık kariyeri boyunca göstermiş olduğu performans, şampiyonluk yüzükleri ve her zaman kendini geliştirmek için çaba sarfetmesidir. Tabi bir de insanların ağız birliği etmişçesine eleştirdiği ya da beğenmediği oyunculara karşı içimde uyanan ve mani olamadığım sempati duygusu var. Aynı şey örneğin Inter'in Portekizli teknik direktörü Jose Mourinho için de geçerli; severim kendisini... Netice olarak LeBron tam manasıyla Kobe ile karşılaştırabilmesi için kariyerinin sonlarına doğru geçmişine bakıp başarılarını ve oyununu değerlendirmek lazım. O nedenle henüz bu tarz değerlendirmeler için daha erken olduğunu düşünüyorum.

Yarın sabaha karşı başlayacak final serisi ile birlikte Kobe de 6. NBA finalini oynamış olacak. İşin enteresan bir noktası da rakiplerin hepsinin de farklı takımlar olması. Sırasıyla; Indiana Pacers (2000), Philadelphia 76ers (2001), New Jersey Nets (2002), Detroit Pistons (2004), Boston Celtics (2008) ve Orlando Magic(2009)... Ortaya çıkan bu durum nedeniyle; aslında Kobe'nin tam anlamıyla şampiyonluk için mücadele ettiği sabit bir rakibi olmadı. Örneğin 1980'li yıllarda Larry Bird-Magic Johnson (3 kez NBA finallerinde karşı karşıya geldiler) arasında yaşanan rekabet gibi... Her defasında karşısında farklı birini buldu Kobe.


Bir de şöyle bir durum var ki göz ardı edilmesi oldukça zor. Bir yanda kariyeri yükselmeye devam eden 24 yaşındaki LeBron James; diğer tarafta ise bu yaz 31 yaşına ulaşacak olan Kobe Bryant. O nedenle bu iki isim arasında sezonlara yayılan efsanevi bir düello umut eden pazarlamacılar, NBA yöneticileri, marka uzmanları vs. sonuç olarak avuçlarını yalamak durumunda kalabilirler ne yazık ki. Aralarındaki yaş farkı ve LeBron'un muhtemel bir Cleveland Cavaliers'ten ayrılışı bu rekabeti daha doğmadan kadük bırakabilir.

3.6.09

Basketbol salonları - #8 O2 (Sazka) Arena Prag

 
Balkanlar ile Baltıklar arasında kalan bölge nedense basketbol alanında son zamanlarda hayli sessiz.Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Avusturya, Macaristan, Belarus ve Ukrayna genel olarak hem milli takımlar düzeyinde hem de klüpler bazında Avrupa'da fazla ses getirebilmiş değil. Tabi aralarından bazıları zaman Avrupa Şampiyonalarına katılıyorlar ama o arena yaratabildikleri etki de oldukça sınırlı oluyor.

Çek Cumhuriyeti de bu ülkeler içerisinde yer alan eski bir basketbol geleneğine sahip olsa da giderek üst klasmandan düşen bir ülke. Şöyle ki; Çekoslavakya zamanında katıldıkları Avrupa Şampiyonlarından sonuncusu 1985'de olmak üzere toplamda 1 altın, 6 gümüş ve 5 bronz madalya kazanmışlardı. Fakat o tarihten sonra basketbol hayatı Çekoslavya'da sanki tamamiyle durdu. Ülke dağıldıktan sonra Çek Cumhuriyeti adı altında 1999 ve 2007 yıllarındaki turnuvalarda yer alsalar da ikisinde de yalnızca 12. olabildiler. Bu sene Polonya'da organize edilecek turnuvaya da boy gösterecekler ve D grubunda İsrail, Bosna Hersek ve Büyük Britanya ile mücadeleye tutuşacaklar. Fena grup değil; bir üst tura çıkabilirler pekala.

"Salonlar" serisi ile ilgili olarak da Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da yer alan son derece modern O2 Arena (eski adıyla Sazka Arena)'dan bahsetmek istedim. 2004 yılında, ev sahipliğini yaptığı Dünya Buz Hokeyi Şampiyonası için inşa edildi. 2006 yılında da CSKA'nın kazandığı Euroleague finali de burada düzenlendi. Bu arada O2'nun Avrupa'daki salonlara sponsorluk yapmak hususunda göstermiş olduğu ilgi de enteresan. Daha önce Berlin'deki salondan da bahsetmiştim.


Prag'daki salon da daha ziyade bir spor ve kültür kompleksi olarak tasarlanmış. Tenis, buz hokeyi, salon futbolu gibi sportif organizasyonlara ev sahipliği yaparken aynı zamanda pek çok konsere de tanıklık ediyor. Örneğin Amerikan Buz Hokeyi Ligi (NHL)'nin sezon açılışı Kasım 2008'de bu salonda yapılmış.

2.6.09

Ron Artest: Enteresan bir vaka

 
Ron Artest saha içerisindeki ve dışarısındaki kişiliği pek çok tartışmaya neden olmuş biri. Agresif tavırları nedeniyle pek çok kez maçtan atılan Artest'ın en büyük vukuatı ise 2004 Kasım'ındaki o meşhur Indiana Pacers-Detroit Pistons maçında giriştiği kavga ve tribünlere kadar çıkıp taraftarları dövmesiydi hiç şüphesiz. Zaten bu olay nedeniyle NBA yönetiminden almış olduğu 86 maçlık ceza (73 normal sezon ve 13 play-off maçı), NBA tarihinde uyuşturucu ya da bahis haricindeki sebeplerden dolayı alınan en büyük ceza mahiyetini de taşıyor.

Sorunlu kişiliğini dizginleyemeyen Artest, Pacers'ta da uzun süre dayanamayarak bu olayın yaşandığı sezonun akabinde takasını istedi ve Sacramento Kings yolunu tuttu. Orada da 1,5 sezon kendi halinde takıldıktan sonra şimdiki durağı ve görece huzuru bulduğu takım olan Rockets'a geldi. Rockets'taki kariyerine ve tavırlarına baktığımızda ise iyiye doğru bir gidişin olduğundan bahsedebiliriz diye düşünüyorum. Zaten bu gelişimi açıkça ortaya koyan istatistikler de var. Şöyle ki; normal sezonda forma giydiği maçlarda sadece 3 teknik faul alırken hiç kasti faul olayına bulaşmadı. Utanmazsak Fair-Play ödülü bile verebiliriz kendisine! Alpay Özalan'ın zamanında aldığı ödül kadar ironik olurdu kesinlikle...

Bir tek Lakers'la oynadıkları ve tansiyonun zaman zaman hayli yükseldi Batı Konferansı yarı finallerinde Artest'ı biraz saldırgan gördük. Bilhassa Kobe Bryant ile yaşadığı sürtümüşler aklıma direkt olarak "Acaba Artest kendini kaybedip yoldan çıkar mı?" sorusunu getirdi. Lakin herkesin beklentisinin aksine Artest sinirini ve agresifliğini makul sınırlar içerisinde tutarak olayların kızışmasına izin vermedi. Şaşırtıcı ve aynı zamanda sevindirici...

Artest'teki bu gelişimin arka planında ise Rockets takımında oyuncuların temel olarak bireysel gelişimi ile sorumlu olan terapist Shawn Respert yer alıyor. Artest'in içinde hissettiği enerjiyi ve kavgacı ruhu dışarıya mantıklı sınırlar dahilinde aktarabilmesindeki en önemli yardımcılardan biri de Respert imiş. 

Yine de Artest'ın adının uzunca bir süre "kavgacı ve sorunlu insan" olarak anıldığı bir gerçek. Bu etiketi üzerinden atabilmesi için daha çok çalışması gerekli. Kendisinde ise o kadar sabır var mıdır bilemiyorum...

29.5.09

Tek elli NCAA oyuncusu; Kevin Laue

 
Fotoğrafta yer alan 19 yaşındaki basketbolcu Kevin Laue övgü almayı sonuna kadar hak ediyor. Zira görülebileceği üzere Laue'nin sol eli, doğum sırasında göbek bağına takılıp koptuğu için yok. Buna rağmen hem azmi hem de diğer fiziksel özellikleri sayesinde (boyu 2.09 cm ve sağ eli ile topu çok rahat bir şekilde kavrayabiliyor) basketbol kariyerini belli bir noktaya taşıyabilmiş vaziyette. 

Geçtiğimiz sezon Fork Union (VA.) Askeri Akademisi'nde göstermiş olduğu performans ile engelli olmanın basketbolu üst düzey oynamasına mani olmayacağını kanıtlamış olacak ki NCAA liginde yer alan "Manhattan College" tarafından basketbol almayı başardı. Bir aksilik olmaz ise 4 sene NCAA'de top koşturacak ve aynı zamanda kendi geleceği için çok değerli olan üniversite eğitimine devam etmiş olacak. İşin ilginç yanı ise Laue'nun, Manhattan College kadrosunun en uzun boylu oyuncusu olduğu. Çünkü bu sezon takımın ribaund yükünü çekenler mezun olup okuldan ayrılmış vaziyetteler. O nedenle Laue'nın daha ilk senesinde kendine takım içerisinde iyi bir yer edinebilmesi de hayli muhtemel. Kendisini radarda tutmak ve takip etmek lazım.

28.5.09

Lakers mı, yoksa Nuggets mı?

 
İş yoğunluğu nedeniyle bu aralar bloga pek bir şey yazamıyorum açıkçası. Sabaha karşı oynanan Lakers-Nuggets maçı vesilesiyle tekrardan yazmaya başlayayım dedim.

Seri başlamadan önce tahmin ettiğim üzere, iki takım arasında hayli çekişmeli maçlar izliyoruz. Her ne kadar 5. maçı alan Lakers NBA finaline kalabilmek için çok mühim bir adım atsa da yine de Nuggets'ın son ana kadar mücadeleyi sürdürerek seriyi 7. maça taşıyacağını düşünüyorum. Staples Center'daki o maç için ise çok fazla bir şey söylemek zor olur. Bir tek deneyim farkından dolayı Lakers'ın biraz daha avantajlı olabileceğini söyleyebilirim, o kadar. 

5. maça gelirsek... Bu maçın kilit adamı Lamar Odom oldu diyebiliriz. Benchten gelerek sahada kaldığı 32 dakika boyunca ürettiği 19 sayı, 14 ribaund, 3 asist ve 4 blok ile takımın en etkili ismiydi. Tabi bu noktada Kobe Bryant'ın maç içerisinde ilgiyi kendi üzerine çekip takım arkadaşlarına alan açmasından da bahsetmek gerekli. Top kullanma açısından bakarsak; Lakers'ın maç boyunca kullandığı 76 şutun sadece 13'ünü Kobe kullandı. (%17'lik bir oran) Kıyas yapmak açısından bakarsak eğer; Carmelo Anthony için bu oran %28.

Yalnız Denver yönetimi ve oyuncuları maçtan sonra hakemler hakkında şikayet etmekten de geri durmamışlar. Kaan Kural'ın da bu haftaki yazısında belirttiği üzere 2009 play-off serilerinde hakemler çok kolay faul çalıyorlar ve maç bir noktadan sonra kimin faul çizgisinde daha başarılı olduğu ile ölçülmeye başlıyor. Nitekim bu maçta da Nuggets aleyhine 30 faul çalınırken Lakers bu sayede 26 sayısını faul atışların elde etti. Zaten yine hakemlerin yönetimi hakkında 4. maçın akabinde menfi manada yorum yapan Lakers yönetimi ve Phil Jackson'a da 25,000 USD para cezası verilmişti. Yani hiç kimse var olan durumdan memnun değil. Haklılık payları da var nitekim...

22.5.09

Denver nihayet şeytanın bacağını kırabildi

 
Sabaha karşı Staples Center'da oynanan Batı Finali'nin ikinci maçı seyir açısından ilk maça oldukça benziyordu. Tek bir farkla tabi; bu sefer galip 106-103'lük skorla Denver Nuggets idi. Bu kritik galibiyet Denver için oldukça önemli; zira bu sayede saha avantajını ellerine geçirdiler ve moral olarak da Lakers'ın bir adım önüne geçmeyi başardılar. 

Lakers'ın play-off deplasman karnesi ise parlak olmamakla beraber çok da kötü değil açıkçası. Utah ve Houston serilerinde rakip sahalarda oynadıkları 5 maçın 2'sini kazandılar. O nedenle bu seride de Denver'daki maçların en az 1'ini kazanmaları olası görünüyor. 

 

Bu galibiyetle Denver bir anlamda şeytanın da bacağını kırmış oldu. 1985 yılından beri Lakers'ı play-off'larda mağlup edemiyorlardı, -ki bu da tam 11 maç ediyor. Şansları artık açılmış olabilir mi dersiniz? Ayrıca diğer bir ilginç istatistik ise, Carmelo Anthony'nin maçta ürettiği 34 sayı ile 1976'dan beri Nuggets forması ile 5 maç üst üste 30 sayı barajını geçebilen ilk basketbolcu olmasıydı.

 
Tom Cruise'un ayağı ise uğursuz gelmiş anlaşılan

21.5.09

İnsanlar çift yaratılmış derler; doğrudur...

Fansided.com adlı sitede gördüm ve beğendiğim için bir bölümünü de buraya aktarayım dedim. Bazı NBA oyuncuları ile onlara çok benzeyen ünlüler ya da film karakterleri üzerine yapılmış bir derleme bu. Listede yer alan kişilerin bir kısmını tanımadığım için benim de bildiğim ve benzerlik oranını yüksek bulduklarım arasından bir seçim yaptım. Buyrunuz...

 

Narnia Günlükleri'nden tanıdığımız Mr. Tumnus (Atonement ve Wanted ile meşhur olan James McAvoy) ile Pau Gasol birbirlerine pek bir benziyorlar. Kaş, göz, dağınık saçlar vs... Bu arada izlemeyen varsa fantastik filmleri sevenlere Narnia Günlükleri serisini rahatlıkla tavsiye edebilirim. Hayli eğlenceli filmler... 


Acun'un elemanı sokakların kralı "50 Cent" ile Detroit'in yeni yeteneği Rodney Stuckey listede ikinci sırada. Ağız yapılarının benzerliği ise takdire şayan.


Utah Jazz'lı Andre Kirilenko (AK-47) ve Rambo serilerinin kötü adamı Ivan Drago... İkisi de aynı memleketten tabi; Rus ya da Sovyet... Bakış açısına göre değişir.


İngilize komedyon ve aktör Russell Brand ile Houston'ın Arjantinli power-forward'ı Luis Scola'nın bilhassa saçları ve giyim kuşamı bayağı bir benzeşiyor. Hafif şaşılık da var sanki?


Her ne kadar izlemesem de "Prison Break"ın asıl adamı Wentworth Miller'ı tanıyorum elbette. Tabi Cavaliers'lı Sasha Pavlovic'i daha yakinen takip ediyorum ve bu iki elemanın birbirlerine benzediklerini onaylıyorum.

Listedeki diğer isimler de hayli başarılı ama ben sadece 5 tanesi seçeyim dedim.

Efsanevi Kadrolar - Hırvatistan Milli Takımı 1992

 
Geçenlerde Drazen Petroviç hakkında yazdığım yazıdan sonra onunla bağlantılı olarak 92 Barcelona Olimpiyatları'na katılan Hırvatistan Milli Takımı'ndan da "Efsanevi Kadrolar" başlığı altında bahsetmek istedim.

Bağımsızlıklarını kazandıklarından sadece 1 sene sonra düzenlenen olimpiyatlarda oynadıkları oyunla herkesin takdirini kazanmışlardı. Zaten finale kadar yükselerek oyunlar öncesindeki hedeflerine ulaşmışlardı; çünkü Dream Team'in kupayı kaldıracağından kimsenin şüphesi yoktu. Çok genç bir ülke ve onun halkı için de oldukça gurur ve mutluluk verici bir başarı olsa gerek. Tabi gelecek için de hayli teşvik edici bir sonuçtu bu.

Efsanevi takımın efsanevi kadrosuna gelince... Yukarıdaki fotoğrafta yer alan isimler şöyle:
  • Baba isimler: Dino Radja, Toni Kukoc, Zan Tabak, Stojko Vrankovic, Arijan Komazec, Drazen Petrovic, Vladan Alanovic.  
  • Yan karakterler: Danko Cvjeticanin (Yugoslavya ve Hırvatistan formaları ile 5 madalyası var), Velimir Perasovic, Franjo Arapovic, Alan Gregov, Aramis Naglic. 

20.5.09

Blake Griffin, Los Angeles Clippers'ta gibi gibi...

 
Dün, 2009 NBA Draft'ında takımların seçim sıraları belirlendi ve Los Angeles Clippers 1. sıradan seçme hakkını elde etti. Açıkçası bu sıra için en güçlü aday sezonun en kötü galibiyet oranına sahip Sacramento Kings idi; fakat talih %17,7'lik şans oranına sahip olan Clippers'ın yüzüne güldü. Şimdi merak edilen nokta, Clippers'ın ilk sıradan Oklahoma Üniversitesi'nin yıldız forveti ve bu sezon NCAA'in en iyi oyuncusu ödülüne hak kazanan Blake Griffin'i seçip seçmeyeceği... Şimdilik herkesin beklentisi ve tahminleri bu yönde; ben de farklı bir tercihte bulunacaklarını zannetmiyorum. Ama tabi Clippers'ın bundan önceki birinci sıra hakkını nasıl kullandığını düşünüce, acaba dokunduklarını tekrardan mundar ederler mi diye kaygılanmıyor da değilim. 

Malum, 1998 yılında son yılların elde patlayan en büyük bombası olarak tanımlanabilecek olan pivot Michael Olowakandi'yi ilk sıradan seçmişlerdi. Şimdi geriye dönüp o seneki drafta bakınca, Olowakandi ile onun altında seçilen oyuncuların bir kısmının sonraki yıllarda göstermiş oldukları performansların arasındaki uçurumu ve dolayısıyla da Clippers yönetiminin basiretsizliğini görmek oldukça kolay. Misalen 4'te Antawn Jamison, 5'de Vince Carter, 9'da Nowitzki ve 10'da Paul Pierce seçilmişlerdi. Diğer kalbürüstü oyuncuları ise saymaya gerek duydumuyorum; o zaman liste hayli uzar.

Tüm bu sebeplerden dolayı, acaba Clippers'ın eli uğursuz gelip de kariyeri hayli parlak görünen Blake Griffin'in kısmetini kapatır mı diye dertlenmekteyim.

Batıda düello başladı

 
Şimdi dünkü maçı nasıl değerlendirmek lazım? Her ne kadar Lakers, Nuggets'ı 105-103 ile geçse de serinin geri kalanı için kesin konuşabilmek şu an için imkansız. Yalnız şimdiden denilebilecek belki de tek şey, Kobe Bryant ve Carmelo Anthony arasındaki mücadelenin seyrine doyum olmayacağı. Zira bu sabaha karşı yapılan ilk maçta bir yandan Kobe 40 sayı üretirken diğer yandan da bunun altında kalmak istemeyen Anthony 39 sayıyı Lakers potasına bıraktı. 


Lakers ve Nuggets arasında, performans açısından en önemli fark iki takımın benchten elde edebildiği katkılardı denilebilir. Şöyle ki; Lakers maç boyunca 6 farklı yedeğinden toplam 27 sayılık bir katkı sağlarken aynı durum Nuggets için ise 2 oyuncudan (JR Smith ve Andersen) sadece 16 sayı olarak gerçekleşti. Burada daha önceden, Nuggets'ı tehlikeli ve kuvvetli kılan unsurlardan birinin de 8 kişilik etkili bir rotasyona sahip olması olduğundan bahsetmiştim. O nedenle Batı final serisinin kalanında, Nuggets'ın bu silahtan ne kadar faydalanabileceği oldukça kritik.

Bir de şöyle enteresan bir istatistikten bahsederek yazıyı sonlandırayım. Denver bu maçla beraber Lakers ile oynadığı son 11 play-off maçını kaybetmiş oldu. Tabi bu seneki takım çok daha iddialı; söylemeye gerek yok...